Neden Kemal Kılıçdaroğlu? Türkiye Organize Hata Örgütü başkanı Sedat Peker’in tezleriyle sarsılıyorken bir yandan da siyasi arena ısındı, önderler meydanda seçim iletilerini vermeye başladı. Cumhurbaşkanı’nın Süleyman Soylu ile ortasının açık olup olmadığı, Devlet Bahçeli’nin İçişleri Bakanı’na verdiği büyük dayanağa ek olarak “Millet İttifakı’nın ortak adayı Kılıçdaroğlu mu” soruları da gündeme eklenince bize CHP önderinin kapısını çalmak düştü.

• Yeraltı dünyasının aktörleri yurtdışından rahatlıkla kokaini Türkiye’ye getirebiliyor. Yakalansalar bile sorun değil, zira soruşturma açılmıyor. Karşılıklı bir inanç münasebeti oluşmuş durumda.
• Yargının içinde de bu yeraltı dünyasına takviye veren değerli aktörler var. Bunlar da talimatla iş yapıyorlar. Bu türlü bir yapının deşifre edilmesi başlı başına büyük bir olay.
• Tahminen de üzerinde durmamız gereken en kıymetli husus son 19 yılda Türkiye’de ahlaki bedellerde ortaya çıkan yozlaşmadır. Din insanlarının bu yozlaşma üzerinde durması lazım.
• AKP dini kullanarak, inançları kullanarak, kimlikleri kullanarak, toplumu ayrıştırarak, bölerek kendi iktidarını müdafaaya çalıştı. Ve kendi iktidarını korurken de bütün ahlaki pahaları yerle bir etti.
• Balık baştan kokar… En zirvedeki kişi dürüst olursa, yolsuzluğa, ahlaksızlığa geçit vermezse bu kararlılık aşağıya da yansır. Lakin çürüme üstte başlarsa kokuşmuşluk aşağıya kadar iner.
• Maalesef bugün toplumun, bürokrasinin belirli katmanlarında yolsuzluk yapmayı kendisine hak gören bir anlayışla karşı karşıyayız. O kadar ki yolsuzluk yapma konusunda kimi din adamları fetva bile verdi.
• Soylu, Erdoğan’ı teslim almış durumda. Edindiği bütün bilgileri Bahçeli ile paylaşır. “Azdan az, çoktan çok gider” diye bir cümlesi oldu televizyonda. “Bana bir ziyan gelirse asıl ziyanı onlar çeker” demek istedi.
• Bu, aslında açık ve net bir tehditti. Ve tehdit karşı tarafta algılandı ve kabullenildi, zira tedbir alması gereken kişi ve etrafı çok kirli. O da bu kirliliğin farkında. Soylu’ya bir şey diyemediler.
• Bahçeli, bürokratik takımlarını devlete yerleştiriyor. Soylu’ya dayanak çıkarak Erdoğan’ı istediği her şeyi yerine getirecek formda konumlandırıyor. Erdoğan, Bahçeli’yi ikna edemediği sürece Soylu’yu vazifeden alamaz.
• En başta nerede durduysam yeniden tıpkı yerde duruyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Millet İttifakı başkanlarının bu mevzuyu konuşmaları lazım. Arkadaşlarım kendi görüşlerini dillendirmiştir.
• Belediye liderlerimizin tamamı, sahiden de fevkalâde bir gayretle vazifelerini yerine getiriyorlar. Bu, vatandaşlar kadar bizi de keyifli ediyor. Belediye liderlerimizin birinci vazifesi, halka verilen kelamları tutmak.
• Cumhuriyet’te çok sayıda araştırmacı gazeteci var. Bütün yolsuzlukları, bağlantıları ortaya çıkarıyor, belgelendiriyorlar. O vakit gazeteleri susturmak için bir yol bulmaları gerekiyor. Bu bahiste iki şeyi deniyorlar: Birincisi yüksek tazminat davalarıyla insanları, kurumları korkutmak, sindirmek ve haber yapmalarının önüne geçmek. Ancak bunu yapan kişi, Cumhuriyet gazetesini bilmiyor, tarihini, kökenini, cumhuriyete, ahlaki kıymetlere bağlılığını bilmiyor. Sanıyor ki havuz medyası üzere büyük tazminat davası açacaklar, onlar da susacak. Cumhuriyet’in tarihinde de geleneklerinde de susmak yok.

Kemal Kılıçdaroğlu ve İpek Özbey

– Siz “lağım patladı” dediniz… Bir müddettir Sedat Peker’in argümanlarını izliyoruz. Şaşkınlığa uğrayıp “Bu kadar da olmaz” diye geçiyor mu içinizden?

Niçin “Lağım patladı” dedim, zira Cumhuriyet tarihinde birinci defa siyasetçiyle mafyanın iç içe geçtiğini ve mafyanın para gücünü kullanarak siyaseti yönlendirdiğini gördük.

– Aslında 90’larda da gördük…

Bu kadar değildi ama… Artık yüzde 100 karşılıklı çıkar üzerine inşa ettiler… Hem yurtiçi, hem de yurtdışında önemli karaparanın birikmesine yol açan, siyasetin çabucak hemen her alanına hükmeden bir yapıyla karşı karşıyayız. Münasebetiyle bunu hiç yaşamamıştık. Aslında bu o denli ya da bu türlü biliniyordu. Mesela ben Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili savcının verdiği kararı, sonra Adalet Bakanlığı’na bakan yardımcısı olarak atanmasını, Anayasa Mahkemesi’ne İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın getirilmesini lisana getirmiş, eleştirmiştim. Bizim tenkitlerimize vatandaş “siyasetçilerin kendi ortalarındaki tartışma” olarak bakıyor. Halbuki olay sıradan bir tartışmanın çok ötesinde… Bu türlü olduğu içindir ki Erdoğan bu mevzuda şuurlu olarak hiç konuşmuyor. Olayı olduğu üzere kabullendi, zira o da çok iyi biliyor ki bakanlar kendi talimatlarını uyguluyor. Kimi suçlayacak ya da misyondan alacak?

– Birçok savla ilgili vekillerinizin verdiği soru önergeleri de var. Beşerler mafyadan duyunca mı dinlemeye başladı?

Zira olayın içinde olan anlatıyor. Yer vererek, vakit vererek, kişi isimleri vererek anlatıyor. Yasadışı işlerin içinde olan, siyasetçi ile yeraltı dünyasının ilgilerini deşifre eden birinin konuşması, “Ben de hatalıyım, bu işi birlikte yaptık” demesi, farklı bir konumu çıkarıyor ortaya. İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonu da bu türlü başladı…

– Bizde “Temiz Eller savcısı” çıkmadı ama…

Burada İtalya’dan farklı bir durum var. Birincisi; siyasetçi kendi iktidarını her ne kıymetine olursa olsun pekiştirmek istiyor. İkincisi; yeraltı dünyası, siyasetçiyle işbirliği yaparak kendi egemenlik alanını büyütmek istiyor. Burada, yani Türkiye’de ikisinin çıkarı çakıştığı için el ele verdiler. Türkiye’de yaşadığımız temel bir sorun daha var: “güçler ayrılığı” unsuru yok edildi. Münasebetiyle siyasetçi yargıyı istediği üzere denetim ediyor. Yeraltı dünyasının aktörleri yurtdışından rahatlıkla kokaini Türkiye’ye getirebiliyor. Yakalansalar bile sorun değil, zira soruşturma açılmıyor. Karşılıklı bir inanç bağlantısı oluşmuş durumda. Yargının içinde de bu yeraltı dünyasına dayanak veren değerli aktörler var. Bunlar da talimatla iş yapıyorlar. Bu türlü bir yapının deşifre edilmesi başlı başına büyük bir olay. Tahminen de üzerinde durmamız gereken en değerli bahis son 19 yılda Türkiye’de ahlaki kıymetlerde ortaya çıkan yozlaşmadır. Din insanlarının bu yozlaşma üzerinde durması lazım. Zira bütün dinlerde güçlü bir ahlaki temel vardır. AKP dini kullanarak, inançları kullanarak, kimlikleri kullanarak, toplumu ayrıştırarak, bölerek kendi iktidarını müdafaaya çalıştı. Ve kendi iktidarını korurken de bütün ahlaki bedelleri yerle bir etti. “Aile kurumu çok önemli” dediler, aile kurumundaki en büyük sarsıntılar bunların iktidarı devrinde oldu.

– Hâlâ yüzde 30 oyu var…

Doruktaki yozlaşma aşağıya kadar inmişse çok önemli sorun var demektir. Çürümüşlük, kokuşmuşluk, yozlaşma diyoruz. Balık baştan kokar… En doruktaki kişi dürüst olursa, yolsuzluğa, ahlaksızlığa geçit vermezse bu kararlılık aşağıya da yansır. Fakat çürüme üstte başlarsa kokuşmuşluk aşağıya kadar iner. Maalesef bugün toplumun, bürokrasinin belirli katmanlarında yolsuzluk yapmayı kendisine hak gören bir anlayışla karşı karşıyayız. O kadar ki yolsuzluk yapma konusunda birtakım din adamları fetva bile verdi. Yani inançların ve ahlaki temellerin bu kadar derinden yıprandığı bir vakti hiç hatırlamıyorum.

– Devlet Bahçeli’nin İçişleri Bakanı Soylu’ya dayanak açıklamasını nasıl karşılıyorsunuz? Bu, bir yıl içinde üçüncü kere gerisinde duruşu. Bahçeli’nin Soylu üzerinden Erdoğan’a ileti verdiği görüşüne katılır mısınız?

Evet, katılıyorum. Bir defa Soylu, Erdoğan’ı teslim almış durumda. Soylu edindiği bütün bilgileri Bahçeli ile paylaşır. Soylu’nun “Azdan az, çoktan çok gider” diye bir cümlesi oldu televizyon programında. Yani “Bana bir ziyan gelirse asıl ziyanı onlar çeker” demek istedi. Bu, aslında açık ve net bir tehditti. Ve tehdit karşı tarafta algılandı ve kabullenildi, zira tedbir alması gereken kişi ve etrafı çok kirli. O da bu kirliliğin farkında. Soylu’ya bir şey diyemediler. Bahçeli de bütün kendi bürokratik takımlarını bu vesile ile devlete yerleştiriyor. Bahçeli için esasen sorun yok. Soylu’ya takviye çıkarak Erdoğan’ı kendi istediği her şeyi yerine getirecek formda konumlandırıyor. Bu tablo, AKP’li vekilleri ne kadar rahatsız ediyor, bilmiyoruz.

– Sizce rahatsızlık var mı?

AKP’nin içinde de vicdanlı beşerler var, bu gidişten rahatsızlar. “Türkiye bu türlü bir konumla karşı karşıya kalmamalıydı” diyen beşerler var. “Bu kadar çürümenin, bu kadar kokuşmanın olduğu yerde siyaset kurumuna inanç taban yapacak” diyen bir bölümden kelam etmek mümkün, lakin Soylu, İçişleri Bakanlığı’yla Emniyet İstihbarat’ı, Jandarma İstihbarat’ı, bütün valileri, kaymakamları, Emniyet müdürlerini yönetir durumda. Soylu, Erdoğan’ın bütün sırlarına vâkıf.

– Bu yüzden mi vazifeden alınamıyor?

Erdoğan, Süleyman Soylu’yu vazifeden alamaz. Bahçeli’yi ikna etmediği sürece alamaz.

– Peker’in Soylu’yla ilgili kayıp silahlar tezi çok vahim. Ne dersiniz?

Bu husus, çok sayıda Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili tarafından lisana getirildi, soru önergeleri verildi… Artık içeriden biri konuşuyor… Vahim bir tablo. Mafya – siyaset birlikteliği ve çürüyen devlet yapısı… Ülkenin bekası mafyaya mı teslim edildi? Ülkesinin silahına dahi çıkamayan bir kişi, ülkesini nasıl yönetir?

– Biliyorsunuz Cumhuriyet gazetesine de 1 milyon liralık dava açtı İçişleri Bakanı…

Korkuyor. Daha fazla gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyor. Cumhuriyet’te çok sayıda araştırmacı gazeteci var. Didik didik ediyorlar. Yani ahlaki temeller üzerinde misyonlarını yapıyorlar. Bütün yolsuzlukları, alakaları ortaya çıkarıyor, belgelendiriyorlar. O vakit gazeteleri susturmak için bir yol bulmaları gerekiyor. Bu bahiste iki şeyi deniyorlar: Birincisi yüksek tazminat davalarıyla insanları, kurumları korkutmak, sindirmek ve haber yapmalarının önüne geçmek. Ancak bunu yapan kişi, Cumhuriyet gazetesini bilmiyor, tarihini, kökenini, cumhuriyete, ahlaki pahalara bağlılığını bilmiyor. Sanıyor ki havuz medyası üzere büyük tazminat davası açacaklar, onlar da susacak. Cumhuriyet’in tarihinde de geleneklerinde de susmak yok. İkinci sistem, kendileriyle ilgili haberlere yargıyı kullanarak erişim pürüzü getirmek.

– BBP Genel Lideri Mustafa Destici, Vatan Partisi önderi Doğu Perinçek üzere isimler, iktidarın siyasetlerini kısık sesle de olsa eleştirmeye başladı. İttifakta bir çözülme olduğunu düşünüyor musunuz?

Onu bilmiyorum lakin Sayın Destici halkın ortasına giriyor, gerçekleri görüyor alışılmış. Gören insan her şey güllük gülistan diyemez ki… Çözülme olur mu olmaz mı, bilmiyorum lakin ister AKP, ister AKP’nin başını çektiği Cumhur İttifakı bana nazaran mühletini doldurmuş bir ittifak. Ve Türkiye Cumhuriyeti’ne en büyük ziyanı veren bir ittifak. Bizim Ulusal Kkurtuluş Savaşı sonrası edindiğimiz ve büyüttüğümüz bedelleri altüst etti. Halkın, bu ittifakı demokratik yollarla göndermesi gerekiyor.

BENİ NASIL SUSTURACAK?

YA MAHPUSA ATACAK YA SİYASİ CİNAYET İŞLENECEK İKİSİNDEN DE KORKMUYORUM

– Hakkınızdaki fezleke Meclis’e geldiğinde “Erdoğan beni mahpusa attırmak istiyor” dediniz. Bahçeli de “Çıksın mahkeme karşısına, versin üzerine atılı suçlamaların hesabını: Dolandırıcı tosuncuk nasıl bedel ödeyecekse Kılıçdaroğlu da ödesin” diye konuştu. Erdoğan sizi hakikaten mahpusa mi attırmak istiyor?

Erdoğan beni susturmak istiyor, zira Erdoğan’ı en sert eleştiren benim. Hiçbir eleştirim haksız değil. Üstelik problemlerin nasıl çözülmesi gerektiğini de anlatıyorum. Erdoğan’ın tahammül edemediği ikinci nokta. Zira eleştiriyi karşı tenkitle giderebilir ancak tahlile karşı kendi tahlilini üretemiyor. Zira bir çözümsüzlük içinde. O vakit ne yapalım; Kılıçdaroğlu’nu susturmamız lazım. Beni nasıl susturacak? Ya mahpusa atacak ya siyasi cinayet işlenecek. İkisinden de korkmuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’ni bilmiyorlar. Tazminat davaları açıyor. Sanki susturabilir miyiz diye. Olmadı. Linç teşebbüsleri de tutmadı. Millet İttifakı’nı dağıtma arayışlarına girdiler. O da olmadı. Bu fezlekelerin tamamı uydurma zati. FETÖ periyodunda de bu türlü fezlekeler gelirdi. Silivri’de İlker Başbuğ’u ziyaret etmiştim. Çıkışta, “Burası İkinci Dünya Savaşı sonrası Nazi kampları üzere bir kamptır. Bütün aydınlar, düşünürler, gazeteciler, avukatlar, kumandanlar mahpusta. Toplama kampına dönüştü burası” demiştim. Ben Ankara’ya gelmeden hakkımdaki fezleke Ankara’ya ulaşmıştı. Tablo tekrar tıpkı. Talimatla fezleke yazdırıyorlar. Bir de şu var: Yargıda kim Kılıçdaroğlu hakkında yüksek tazminata karar kurarsa ya da fezleke yazarsa yargıda yükselme yolu açık. Bakın Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili kararı veren, hızla mal varlıkları üzerindeki önlemleri kaldıran, yurtdışına çıkış yasağını kaldıran bireylerden biri Adalet Bakan Yardımcısı oldu. Onun zirvesindeki kişi de Anayasa Mahkemesi’ne üye oldu. Mafyayla, yeraltı dünyasıyla yargının, siyasetin birlikteliğine bakın. Birinin karaparası var, dünyayı dolandırmış ancak onu rahatlatan bütün kararları alanlar yargının zirve noktalarına atanıyorlar. Bunu yapan da kirli siyaset. Güç ve hareket işbirliğine bakın…

– CHP Genel Lider Yardımcısı Bülent Kuşoğlu ve Çankaya Belediye Lideri Alper Taşdelen “Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kılıçdaroğlu” sözünü kullandı… Siz de “Daha durun bakalım” diyorsunuz lakin bir yandan da lisanınız adaylığa yakın… Ne yapıyorsunuz, başımız karıştı…

En başta nerede durduysam yeniden birebir yerde duruyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Millet İttifakı başkanlarının bir ortaya gelip en azından bu mevzuyu konuşmaları lazım. Benim çıkıp cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda konuşmam şık olmaz. Aslında yanlış bir tartışma yapıyoruz. Tartışma konusu şu olmalı, “Toplum nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor?” Arkadaşlarım kendi görüşlerini dillendirmiştir. Kaldı ki sorun şahsî bazda ele alınıp tartışılacak bir sorun değil, asıl sorun Türkiye… Münasebetiyle “Millet İttifakı”nın tüm bileşenlerinin bu şuurda olduğuna inanıyorum.

– Hem Mansur Yavaş, hem Ekrem İmamoğlu için anketlerde cumhurbaşkanlığı için yarıştaymış üzere ölçümler yapılıyor. Adaylıkları sizin başınızdan geçiyor mu?

Halk belediye liderlerimizden mutlu; tamamı, hakikaten de harikulâde bir gayretle misyonlarını yerine getiriyorlar. Bu, o vilayette, ilçede, beldede yaşayan vatandaşlar kadar bizi de keyifli ediyor. Belediye liderlerimizin birinci vazifesi, halka verilen kelamları tutmak.

– İttifakta adaylık konusunda bir kasvet yaşanır mı?

İçtenlikle söyleyeyim, sanmıyorum. Birden fazla seçenek var. Oturulur konuşulur, yani Türkiye’nin gerçekleri önümüzde duruyor. Kederimiz şunun ya da bunun cumhurbaşkanı olmasından çok, Türkiye’yi nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz, yaşanan kirlilikten Türkiyeyi nasıl arındırabiliriz? Toplumu kutuplaştırmakta nasıl kurtarabiliriz; bunun kaygısındayız. İnsanların kaygısına derman olmamız, en başta ekonomik olarak da toplumu rahatlatmamız gerekiyor…

– “Porsiyonu küçültün” demezsiniz değil mi?

Porsiyonu küçültme tabiri çok büyük bir talihsizlik. Saray’ın porsiyonuyla vatandaşın porsiyonunu birebir görüyorlar. Yahu vatandaşın önünde porsiyon yok. Bu türlü dramatik bir tabloyu Cumhuriyet devrinin hiçbir evresinde görmedik. Bakın Erdoğan kadar sarayı olan hiçbir Osmanlı padişahı olmamıştır. İster Fatih Sultan Mehmet Han’ı, isterseniz Vahdettin’i inceleyin, hiçbirinin bu kadar sarayı olmamıştır. Bu kadar ihtişam, bu kadar debdebe haramdır. Erdoğan halkı kandırdı. İstanbul’dan seçilip Ankara’ya geldiğinde Keçiören’de mütevazı bir meskende kiracıydı.

– Halkı o vakit mı kandırdı demek istiyorsunuz, anlamadım…

Evet, o vakitten başladı. “Milletvekili lojmanlarını satacağım, herkes halkın ortasında otursun” dedi. Halkını aldattı, muhakkak bir gücü elde ettikten sonra da gerçek yüzü ortaya çıktı.

CHP’NİN BAYKAL SORUNU YOK

– Başlayan bir tartışmada Zülfü Livaneli “CHP’nin, Baykal gerçeğiyle hesaplaşması şart” dedi. Küme toplantısında bir açıklama yaptınız lakin bu sıkıntıyı kendi içinizde tartıştınız mı?

Hayır, tartışmadık. Gerek duymadık.

– CHP’nin Baykal sorunu var mı?

Hayır, CHP’nin bu türlü bir sorunu yok.

– Pekala, CHP seçmeninin Baykal sorunu var mı?

Hayır yok.

– Öyleyse bu tartışma nereden çıkıyor?

Yapay tartışma. Gündemi saptırmaya yönelik tartışmalar. Türkiye’nin bu kadar sıkıntısı varken, çocuğunun karnını doyuramadan yatağa yatıran binlerce anne varken, çöp konteynırlarından beslenenler varken, “askerimiz Afganistan’a mı gidecek” diye kaygılanırken, mafyayla siyasetin iç içe geçmiş çıkar bağlantıları ortaya saçılmışken, bunların üzerine sünger çekelim, CHP’yi konuşalım, yok bu türlü bir şey…

– Pekala, Baykal, Livaneli’nin tez ettiği üzere Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmediğini söylemiş olabilir mi?

Hayır…

– Bu türlü söylediğini düşünseydiniz farklı mı davranırdınız?

Bu türlü bir şey söylemedi ki farklı davranayım.

– İktidar yanlısı medyaya nazaran, “Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” diyen siz, bu dostluğa mahzur gördüğünüz Baykal’ı ve öbür ulusalcıları gözden çıkardınız…

Siyasete girmişseniz ve iktidar olmak istiyorsanız hiç kimseyi gözden çıkarmazsınız. Ahlaklı herkesin oyuna talibim. Türkiye’yi bu sıkıntı şartlarından çıkarmak için herkesten dayanak isterim. Siyasetin gayesi bu… Şayet siyaseti kısır tartışmaların içine çekerseniz ülkenin sıkıntılarını çözemezsiniz.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ’NDE KİMSE SATILACAK DURUMA DÜŞMEZ

– Muharrem İnce. “Benim afişlerimi dağıtmadılar, Hazine’den aldıkları parayı harcadılar, oy vermediler” dedi, “Neden beni sattınız” diye sordu. Sattınız mı?

Cumhuriyet Halk Partisi’nde kimse satılacak duruma düşmez. Partinin geleneğinde de örfünde, âdetinde de bu yoktur. Bu kadar!

İKTİDAR ÇOKLU ORGAN YETMEZLİĞİYLE KARŞI KARŞIYA

– Son vakitlerde çok fazla polis intiharıyla karşılaşıyoruz, inceleme fırsatınız oldu mu hiç?

Polis, insan haklarına muhalif halde çalıştırılıyor. 24 saat çalışan var. Buna karşın hak ettikleri fiyatları alamadıklarını, büyük ıstıraplar yaşadıklarını biliyorum. Erdoğan, şayet Trabzon’dan Rize’ye giderken her 100 metreye bir polis koyarsa bu gerçek değildir. Kendi ülkenizde, en çok oy aldığınız bölgede polisleri kilometrelerce sıra sıra dizerseniz bu hakikat değildir. Ahlaki de değildir. Bir ülkeyi bu anlayışla yönetemezsiniz. Esasen bu tablo yönetemediğinizi göstermektedir. Hem orada seni bekleyecek, sonra dönecek terörle çaba edecek. Sonra diyecekler ki git şu mafyanın korumalığını yap. Bizim polisimiz siyasi baskılar olmadığı sürece kanunların verdiği misyonları tartışmasız biçimde yerine getirir. Ben buna inanıyorum. Artık siz Dilovası’nda gemide kokain araması yapacaksınız. Bulacaksınız. El koyacaksınız. Üstü örtülecek, soruşturma açılmayacak. Oradaki polis “Sen beni kullandın” demeyecek mi? Polis mutsuz…

– Kısa çalışma ödeneğinin bitmesiyle işten çıkarmalar da başladı… “Önümüzdeki günler daha güç geçeceğe benziyor” diyebilir miyiz?

Beşerler perişan vaziyette. Erdoğan’a bakarsan her şey güllük gülistan. Meğer güllük gülistan yalnızca Saray’da var. Erdoğan etrafındaki tüm akil insanları temizledi. Şu an etrafındaki beşerler da vurguncu. Neymiş, arabası bozulmuş, yeraltı dünyasının aktöründen kullanmak üzere otomobil almış, bir de utanmadan “Benzinini ben koydum” diyor. Artık bana hakaret etti diyecek. Hayır, ben gerçeği söylüyorum. Çoklu organ yetmezliğiyle karşı karşıya olan bu iktidar Türkiye’nin sıkıntılarını çözemez.

ERDOĞAN BEYAZA TAHAMMÜL EDEMİYOR ZİRA ÇOK KİRLİ!

– Erdoğan cuma günü Diyarbakır’daydı. 2.5 yıl sonra birinci kere buraya gitti. Sizce Diyarbakırlı Erdoğan’ı nasıl karşıladı?

Bu soruyu Diyarbakırlılara sormak lazım… Atılan sloganlar nedeniyle de Sayın Bahçeli’ye sormak lazım.

– Cumhurbaşkanı, Diyarbakır’daki bir başka değerlendirmesi de “HDP, Kürt kardeşlerime yapılan zulüm başta olmak üzere ülkedeki bütün günahların anası CHP ile yol yürüyor” biçiminde oldu. Ne dersiniz?

Cumhuriyet Halk Partisi olmazsa Erdoğan’ın kirliliği gereğince anlaşılamayacak. Siyahın karalığı lakin yanına beyaz konulduğunda daha iyi anlaşılır. Erdoğan beyaza tahammül edemiyor, zira çok kirli, kirliliğini yalnızca biz değil, artık dünya biliyor. O nedenledir ki mal varlığı hasebiyle tehdit edildiğinde gıkı çıkmadı…

Cumhuriyet